16 Mayıs 2010 Pazar

TransToros - 2009 : 1.gün

TransToros 2009 : 01-09 Ağustos 2009


Niyetimiz Toros'ları mümkün olabildiği kadar yükseklerden motorlarımız ile geçmek. Benzin ikmalleri dışında asfalta inmemek.


Bunun için daha önce off-road çalışmaları yapmış bir ekibiz. İstanbul'dan 6, Adana'dan 2, Antalya'dan 1 kişi olarak başlayıp 2.gün Hollanda'lı bir misafirimiz ile 10 kişi olduk.


Rotamız yaklaşık şöyle birşey;








İçeceklerinizi alıp, koltuklarınıza yaslanın, maceramız başlıyor...




1.gün : 01.08.2009


Motoru dükkanda kapalı ortamda bırakma şansım olduğundan bir gün önce akşam yüklemiştim. Yükleme işlemi bittiğinde oluşan bagaj boyutu beni ürküttü.

Sert arazi şartlarında gideceğimiz rotaya göre bu yük çok fazlaydı. Neyi almayabilirim diye düşündüysemde bilemedim. Hem kampçılıkta acemiydim hem gidilecek rotanın durumunu bilmiyordum. Eskilerden dinlediklerimizden fazla etkilenmiş olduğumu, çok fazla gereksiz eşya aldığımı daha sonra anlayacaktım.
Yolculuk boyunca yağmur ihtimaline karşı ekstra tedbir olsun diye bütün çantalarımı çöp poşetine geçirdim. Görüntü çok kötü oldu farkındayım :)


Motorun yüklü hali ;



Bütün gece bu yükü nasıl azaltırım diye düşündüm, rüyamda bile :)

Yol arkadaşlarımdan Mehmet'i arayarak durumu ve endişelerimi aktardım. O da benzer haldeymiş ama yan çantaları olduğundan yükü çok fazla havaleli olmamış. İstersen benim çadırda beraber kalırız dediğinde "oh be bir eşyam azalacak" diye sevinip yattım.


Ertesi gün hareket etmeden önce bagajları tekrar düzenlemem gerekeceğinden erken kalkıp tüm bagajı boşalttım, çadırı ayırdım, tekrar yükledim.


Eh işte azbuçuk küçüldü yüküm. (pek birşey değişmedi mi ne?)



Sabah 09:00 da TEM Opet'te buluşmak üzere çıkıyorum.


Güzel karım beni yolcu ederken son bir kare alıyor;




Buluşma yerimize bizi yolcu etmeye gelen Mert, Hulusi ve Haldun abiyi görünce keyfimiz arttı.





Cem son akşam Navigasyonundaki rotayı kaybedince gece uyumamış, rotayı tekrar hazırlamış. Dolayısı ile sabah 45 dk. geç geldi. Durumu öğrenince anlayışla karşıladık, boşver yol bizi götürür dedik.


Selim'in motoruna yarım asırlık dedik ama uçak kokpit'i gibi baksanıza;



İstanbul grubu hareket etmeden önce ;


Soldan sağa : Cem Yıldız, Ufuk Çelebi, Murat Tunalıoğlu, Aydın Atagül (ben), Mehmet Yurdakul, Selim Özruh.






Bu akşam varmayı planladığımız yer Aksaray Ihlara vadisi. Adana ve Antalya ekibi ile orada buluşacak, ertesi gün (Pazar) hep beraber dağlara tırmanmaya başlayacağız.


Selim'in motoru emniyet açısından max.120 km/sa gidebildiğinden çok hızlı gitmeyeceğiz, zaten yolumuz da çok uzun değil, akşama rahat rahat varırız.


Benzin molaları sırasında kendimizi de doyuruyoruz.





Yemeğin öyle güzel göründüğüne bakmayın, buz gibiydi.






Saat 17:00 gibi Tuz Gölü'nün kıyısına vardık. Bembeyaz bir düzlük, nasıl güzel. İnsanın gidip yakından bakası geliyor. Ancak zemini bilmiyoruz, sert mi? yumuşak mı? batar mı?


Yürüyerek gidilecek gibi değil, çok uzak. Uzak değilse bile biz motorcular yürümeyi sevmeyiz, motor giderse gideriz, o kadar.


Bir süre bakındıktan sonra en deli kişi olan ben basıyorum dalıyorum beyazlığa..





Arkamdan da diğerleri...





Zemin başlarda sert. Ağır yüküm sebebi ile kontrollü gidiyorum. Hafif hafif batıyor ama yürüdükçe sorun değil.






Dümdüz zeminde bizim tekerlerin açtığı izlerden başka hiçbir iz yok, karda iz açmak gibi keyifle izler çıkarıyoruz tuzların üstünde.





Sonsuz bir beyazlıkta, dümdüz bir zeminde şuursuzca dolaşıyoruz. Keyfimiz yerinde, çığlıklar atıyor, şakalaşıyoruz.










Şımardık!
İyice azdık. Ufuğa doğru gidiyoruz.. Sonumuz hayır ola!





Zemin yumuşamaya, beyaz tuz katmanının altından yumuşak çamur görünmeye başladı, ancak biz ısrarla ufuğa doğru gidiyoruz. Nereye gidiyosak?




Zemin yumuşadı diyorum, çok fazla gitmeyelim, dönelim diyorum...
Ama kime diyorum, herkes keyfin doruklarında, birbirine bakıp devam ediyor..





Navigasyon cihazıma göre biz çoktan batmış olmalıyız, zira cihaz bizi suyun içinde gösteriyor.
Resmen gölün içindesiniz diyor, ne işiniz var orda kara taşıtıyla diyor.






Ve beklenen son.
Herkes aynı anda durmuş, batan tekerine bakıyor.
Zaten duran batıyor. Akıllı davranıp durmadan giden bir arkadaşımız tee uzaklarda, o yırtmış...




Boşuna çırpınma Selim..




Benim gibi tadına var..





İşin kötü yanı motoru bırakamıyosunuz.
Yan ayak yumuşak zeminde batıyor. Arkanı döndüğünde motoru şöyle buluyosun;



Akıl edip şöyle bırakırsan olur;




Bilgi :
İlerleyen günlerde Hollanda'lı dostumuzda gördüm, 20x20 ebadında bir sac (yada paslanmaz) parçasını tanküstü çantadaki haritanın altından çıkarıp koyuveriyor bu tür zeminlerde ayağın altına. Namussuza bak, iyi fikir..

Hem yer işgal etmez hem motordan inmeden alıp kullanabileceğin yerde.

Taklit edilecek!


.




Bir süre birbirimizin haline güldükten sonra arkadaşlar sağolsun el atıverdiler de motoru battığı yerden çıkarıp yürütmeye başladık.
Arkadaşlar sağolsun el atıverdiler de motoru battığı yerden çıkarıp yürütmeye başladık.


Ben dönüyorum abi, daha fazla maceraya giremiycem..




Motorum yürümeye başladığı anda bir daha durmadan (durduğum an batacağımı biliyorum artık) sert zemine kadar gittim.



Durup geriye baktığımda bizimkileri ufukta gördüm. Kalanlara yardım etmek için o kadar yolu geri yürümem gerekli. 

Olamaz!



Bir süre bekleyip gelemezlerse gitmeye karar verdim. Umarım oradaki ekip halledebilir.





Neyse ki gelmeye başladılar..




Azcık çamur olmuşlar ama olsun..




Asfalta çıkıp toplandık.

Tekerlerimiz ve etrafı tuz-çamur karışımı ile dolmuş halde bagajları düzeltip yola devam ettik.




İlginç bir anımı aktarayım;


Aksaray civarında moladayız. Tek başına seyahat eden bir yabancı geldi. Motoruyla direk duvar kenarına yaklaşıp yan ayağı açmadan motoru duvara yaslayıp bıraktı. Gemi misali yanlarında lastikler var nede olsa. 3 yedek lastik ile nereye gidiyor ki dedik.








Bir süre sonra yanımıza geldi. Her dilden anlayan arkadaşlar direk muhabbete girmek üzere konuşmaya başladılarsa da adam el kol işaretleriyle bize dilsiz-sağır olduğunu anlattı.


Şakamı yapıyor falan diyip birbirimize baktık.


Sonra parmağıyla birşeyler yazıp ne taraf gibi sordu. Anlamadık, bizden kalem kağıt isteyip yolunu sorduğu yerin adını yazdı : "Africa"


Yuh! Kadıköy ne taraf der gibi, adam Afrika ne tarafta diye soruyo.


Gülermisin, takdirmi edersin, aha bu taraf diye elimizle yönü gösterdik şaka yollu.


Sonra bir harita açıp adama Adana üzerinden sınır çıkışına kadarki rotayı parmakla gösterdik. Notlarını aldı, teşekkür etti (işaretle) ve bastı gitti.








Adam nereden geliyodu şimdi unuttum ama Avrupa'nın Kuzey'inden biryerlerden Africa'nın Güney'ine doğru gidiyormuş. Tek başına ve dilsiz.


Cesaretine hayran oldum. Konuşamayan ve duyamayan biri, tek başına. Başına birşey gelse ne derdini anlatabilir ne yardım edecek bir yakını var yanında. 

Helal olsun!


.



Devam edelim;




Hani yola çıkmadan önce Mehmet kendi çadırında beraber kalırız demişti ya, vazgeçti!

Arkadaşların dolmuşuna gelip herkes kendi çadırında kalsın diye karar verilip beni daha ilk gün açıkta bıraktılar!

Neyse ki henüz akşam olmamıştı.

Bunların şakası belli olmaz ben tedbirimi alayım deyip mola yerinden ayrılırken biraz ilerideki Aksaray'da çadır bakmaya karar verdim. Ucuz yollu bi çadır alayım yanımda dursun dedim.

Zümo (navigasyon cihazım) abiye en yakın Carrefour nerde? diye sorduğumda Aksaray'da olduğunu söyledi (şükür ki oralarda da Carrefour varmış)

Arkadaşlardan varış yeri (Ihlara Vadisi) koordinatını alıp erken kalkıp, siz gidin ben çadır alıp geliyorum, nasılsa Zümo var, götürür beni dedim.

Zümo abinin tarif ettiği şekilde bi sağ bi sol kapısına kadar getirdi Carrefour'un. Valla billa.

Sonraki anlarımdan hiçbirinde zümo beni hiçbir zaman doğru götürmedi, belirteyim.

Carrefour dediğim bizim bakkal kadar biyer. İnşallah çadır vardır diyip girdim. İnanmayacaksınız vardı!

2 adet kalmış. tanesi 9,90 TL. Birini aldım, motorun heryerine parmak sokan kalabalığı yararak atladığım gibi Zümo abinin tarifine uyarak Ihlara Vadisine gidiyorum.

Tuz gölünde fazla oyalandığımızdan havada artık kararmaya başladı.

Yer-yurt bilmeyen yol özürlüsü ben Zümo abiye güveniyorum. Git diyo gidiyorum, sola dön diyo dönüyorum, sağa dön diyo dönüyorum. laf dinliyorum, rotayı yorumlayacak yol bilgim yok, ne dese eyvalla. Yeterki götürsün sonunda.

Bi çevre yoluna çıkardı gidiyoruz, züma abiyle sohbet ede ede. Pek konuşkan değil, arada biraz ilerde sol şeride geçiniz, bulunduğunuz şeritte kalınız falan diyo. Geyik yok yani.

Ortada refüj olan bir çevre yolundayız. Biraz sonra sola döneceksiniz dedi, yavaşladım. Sola dönün dedi. Oha! ne solu olm orda giriş yokki, bariyer var. Hem sol tarafta yol da yok, giderken gördüğüm kadarıyla ya bir dere yada bir demiryolu gibi birşey vardı orada.

Zümonun bildiği birşey vardır heralde diye birkaç on km ilerde bir ara bulup U dönüşü yaptım. Zaten bu arada paso yanlış yoldasınız U dönüşü yapınız diyip durdu.

Gittim o dediği yerde durdum. Bir patikadan başka birşey değil. traktör yolu gibi bişi. Alla alla. yav burası yol olamaz heralde ama başka rotada demiyo, taktı illa oraya gir kırmiim bacaanı diyo.

Zümo'dan iyimi bilicem diye laf dinleyip daldım, devam ediyorum köy gibi birşeylere rastladım ama kimse yok, köpeklerden kaçıp zümoyu dinliyorum saçma sapan kavşaklarda bi sağa bi sola dalıyorum. bazen yol bitiyo geri dönüp kavşaktaki diğer yola giriyorum. Issız ve karanlık bir ortam, etrafta insan yok ben nerdeyim bilmiyorum, çok zevkli.

Saatlleri bulan bir süre hendekler, dağlar tepeler geçtim ve nihayet asfalt benzeri bi yerlere çıktım. Kavşakta tabela var, Ihlara vadisi solu gösteriyo. Ama Zümo sağ diyo. Al buyur.

ZÜmoya güvenim kalmadı ama tabelayı takip etmeye gözüm yemiyo ya sonra tabela bulamazsam.

Dur dedim tabelanın gösterdiği tarafa gideyim zümo abi o tarafa göre alternatif rotayı söyler zate ndedim, soldan yürüdüm. Git git zümo baarıyo yanlış yoldasın U dönüşü yap, laf dinle diye. Hay anassını.. Tamam lanet olsun şunu dinleyeyim dedim döndüm dediği yere girdim pis pis gülümsedimi ne?

Yok abi hiç bir ibare yok Ihlara ile ilgili, gene ıssız sakin bi yollar, orman yolu v.s.

Artık yoruldum da.. Saat oldu 21:00

Telefonlarda çekmiyo birçok yerde. Neyse bi yerde telefonum çaldı, arayan Cem. Heyecanla durumu anlattım, kayboldum olm gelemiyorum dedim. O dabiraz tarif etti ve telefonun oturdukları yerde çekmediğini, şimdi tepeye çıkıp konuştuğunu, yemeğe ineceğini söyledi. Ohh suyundan da koy.

Kaybolduğum yetmiyo, telefon irtibatımda kesildi. Artık orayı bulana kadar ekibe ulaşamıycam.

Dönünce ilk işim Zümo'yu satıcam! (ve dönünce sattım)

Bir insan gördüm, Allahım şükürler olsun. adresi sordum tarifi aldım ok gibi fırladım, sonra birkaç kişi daha gördüm, tarifi sordum fırladım. Ihlara vadisi Tabelasını ve bizimkilerin motorlarını gördüğümde oh be dedim.



Girdim, bizim ekip alemde.. yarasın..

Orada bizi bekleyen ekibin diğer üyeleri ile yemeğe oturduk.



Soldan sağa ;
Aydın, Ufuk, Murat, Selim, Osman (Adana), Dr.Mehmet (Adana), Cem, Mehmet, Dr.Oktay (Antalya)



Geç saatlere kadar muhabbet ettikten sonra yatmak üzere kalktık.

Çadırları nereye kuracağız diye aranıyoruz. Aklıma bi cinlik geldi;

Restoran sahibine gittim dedim ki "abi sabah sen restoranı açmadan kalkmak ve toparlanmak üzere salonda uyku tulumlarımız ile yatabilirmiyiz?" olur dedi.

Çadırla ne uğraşıcam, serdik salona uyku tulumlarını miss..







Bir kısmımız ısrarla dışarıda çadırlarında yattı.








1 yorum:

  1. Abi harikasınız, bu macerayı sezon halinde dizi yapsalar ne de güzel izlerdik
    Gördüğüm okuduğum en iyi gezi, grup üyelerini ayrı ayrı tebrik ederim, darısı bizim gibi yeni başlayanlara

    Devamını bekliyoruz tabiki

    YanıtlaSil